Henüz yorum yapılmamış

Cumalıkızık – Bursa

Sabaha karşıydı .. hava henüz karanlık.. uzunca bir yol ve bilinmeyen bir köy . orda bir köy vardı uzakta.. bana .. benim bir parçama ait bir köy.. görmeden hissetiğim bir köy.

4 saatlik bir yolculukla Bursa’ya geldiğimizde elimde nasıl o köye gideceğimize dair en ufak bir belge olmadığını farkettiğimde artık çok geçti .. işin zevkli tarafı orada başlamıştı esas.. artık iyice bilinmeyen olmuştu bizim için ..

Yolda bir iki kişiye sorarız dedik ; dedik de.. iyi mi yaptık bilemiyorum .. İlk sorduğumuz grup kendi içinde “Özdileğin” oradadaki ışıkların kaçıncı ışık olduğuna karar veremeyince bir sonraki polisde uzunca düşünüp en iyisi biraz ilerde başkasına sormamızı önerince kendi başımızın çaresine bakmak zorunda kaldık .. çok da zor olmadı: Bursa’ dan itibaren her 150 metrede bir “Ankara 150 m ” levhasını takip edince yaklaşık 15 dakika sonra sağda küçük bir tabela beliriyor: Cumalıkızık !!.. Tabeladan sonra yaklaşık 10 dakika bir yoldan ilerleyince sanki bir anda ölmüşsünüzde cennet diye bir yer varmış dedirtecek bir girişle karşılaşıyorsunuz.. O ölü yol nereye yok oldu acaba , yanlış bir yerdemiyim hissine kapılmamak mümkün değil ama evet işte orada bir köy vardı uzakta ve artık biz o köydeyiz….

Arabayı park ettikten sonra köyün girişindeki kocaman ağaçta birbirini kovalayan sincaplar köyün sessizliğini bir anda yok etti gözümden , dalıp gittim .. ilginç olan sanki kimse yaşamıyordu köyde oysa saat artık 10 olmuştu fakat çıt çıkmıyordu.. Köyün meydanına gidip kahveye girdiğimizde bize çay verecek birini bulduğumuz için şanslı hissettim kendimi.. nedenini asla öğrenemediğim bir sessizlik hakimdi o sabah köyde.. Çaylarımızı içtikten sonra köyün üstündeki çamlığın orda biraz dinlemek istedik .. çay yapmak için ocağımızı yaktık ama çay olurken yorgunluktan sızıp kalmışız.. uyandığımızda öğlen olmuştu . hala köy çok hareketsizdi.. buranın sadece tarihi bir yer ve bir doğa harikası olduğunu düşünmem çok da anormal sayılmazdı ..

Köyün üstündeki çamlığın solundan giden yoldan bir giriş yaptık .. yolun bizi taşıdığı yerde bir köylüye rastladık .. tamir işlerini yaparken anlatmaya başladı bize kızıkları.. tarihin içinde yüzdük biraz .. ayrılma vakti geldiğinde dönüşte bizi gözleme evine davet etti.. yolumuza devam ettik .. gittikçe derenin yanına inip yoldan çıktık .. bir süre sonra derenin içinde düşüp kalkmaya başladım .. üstün geçişlerim görülmeye değerdi.. 1 saaten fazla ine çıka , ıslana ıslana yürüdük .. karşımıza bir kaya çıktı.. arasında öyle bir akıyordu ki su.. tadına bakmak için eğildiğimde buz gibi bir tatlılıktı damağımı okşayan .. matarama doldurdum ..hiç bitmemeliydi o su .. hep akmalı sanki.. kayayı geçmek isteğim reddedildi!!.. emniyet malzememiz yoktu .. dönmeye karar verdik.. hayatıma bir ilk daha eklenip orda kaldıktan sonra inişe geçtik .

Gözleme evini zorda olsa , gittiğimiz yoldan dönmek gibi kolay bir yol seçmediğimiz için bulduk.. bizi sanki kırk yıllık dostlarıymışçasına karşılayıp öyle bir gözleme yaptılarki yorgunluğa değdi … ama sırılsıklam olmuştuk ve hava da iyice soğumuştu. Kamp yapmak için köyün üstündeki çamlığı seçtik .. çadırımızı kurduktan sonra uzunca süren bir ateş yakma süreci ve uzun uzun bir sohbet günün yorgunluğunu aldı götürdü .. tam keyfine varıcaktık ki ateşimizin lodos patladı .. erik mevsimi lodos olurmus Cumalıkızıkta.. ateşi söndürmek zorunda kaldık .. neyseki çoraplarımızın kuruyacağı kadar yanmıştı .. artık rahatça çadırımıza çekilip uyayabilirdik .. saatte neredeyse “500 km” !! hızla esen rüzgarla üstümüze devrileceğini düşündüren çamlarla ne kadar uyunabilirse..

Sabah güneşin çadırdan incecik girişiyle gözlerimi açtım … dışarıda yemyeşil bir örtü üstümüzü kaplamıştı. Köyün kadınlarının yaptığı birgün önce aldığımız ahududu ve böğürtlen reçelleriyle sıkı bir kahvaltıdan sonra toparlanıp köyün meydanına indik önce.. bütün köy halkı meraklı .. dün gece esen rüzgarda o çadırda nasıl kaldığımızı sorup bizi çok merak ettiklerini söyleyip gece için davetlerini kabul etmemizi neredeyse hepsi istiyor.. çadırda kalacağımızı söylediğimizdeyse bu sefer sabah çayına , akşamüstü çayına çağırıyorlar..

Meraklı bakışlar arasında yolumuza devam ediyoruz ; bu sefer çamlığın solundan arabayla çıkmaya başladık. Bir süre sorunsuz gittikten sonra çamurun bizi savurmasıyla kırılan aynayla arabamızı park edip yürümenin daha yararlı olacağını düşünüp sırtlarımıza çantalarımızı alıp bilmediğimiz biryerlere doğru ilerlemeye başladık .. bahçeler geçtik ve ilk durağımız küçük bir dere oldu . yolda öğrendiğimize göre burası küçükbalıklı deresi . bu dereyi geçince büyükbalıklı köylülerin söylemiyle kocabalıklı deresi var. Küçükbalıklıda fazla oyalanmadan kacabalıklıya geçtik. Ağaçların arasından derenin sesini dinleye dinleye ilerlerken bir iki köylüyle karşılaştık. “kaldırık ” otu topluyorlarmış. Ne yapıldığını sorduğumuzda bir iki güzel yemek tarifiyle karşılaştık ve elimize bir torba alıp dereyi unutup ot toplamaya başladık. Toplaya toplaya yürürken dereye gelmişiz bile.. gürül gürül akan buz gibi su , kocaman kayalar.. yine malzememiz olmadığı için benim cesaretimin yettiği yere kadar kayalardan atlaya atlaya biraz derede yükseldik ama gerçekten bir süre sonra kayalarda bize izin vermedi.. yine sırılsıklam olmuştum ben . bir daha ki sefere derenin daha yukarısına çıkacağımıza söz vererek geri dönüşe geçtik. Biraz kaybolarak biraz hislerimizle arabamıza ulaştığımızda akşamüstü olmuştu. Çamlığa geri döndüğümüzde ufak bir köpeğe isim anneliği yaptım:”zeytin” koyduk adını küçük köylü kızıyla, benden hatıra olsun diye hiç değişrimeyeceğini söyledi ufaklık.. en fazla da 5 – 6 yaşlarındaydı.. biraz oynadıktan sonra köpekle gözleme evimize geri döndük aynı gözlemelerden yeme hayaliyle. Pazar günü olduğundan sanırım çok kalabalıktı.. çoluk çocuk aileler doldurmuştu dünkü sessizliği. Bir gözleme istedik .. bir önceki gün yediğimiz gözleme değildi daha kokusundan belliydi … kimin yaptığını sorduk , Necla abla değildi yapan tabii ki .. bize gözleme sözü verirken bir yandanda çaylarımızı koydu Necla abla .. kızı evlenicekmiş onu anlatırken tatlı tatlı sohbet başladı.. Hasan hoca geldi eşi Fatma ablayla.. çay üstüne çay derken rakıya geçtik . birer duble çay bardağı rakı tadında ilerledi sohbetimiz.. köyün tarihi anlattı Hasan hoca.. okulun eski müdürüymüş .. sistem emekli etmiş O’nu . emekli olana kadar eşiyle çok çalışmışlar.. tam bir Osmanlı köyüymüş Cumalıkızık.. kadınlarına çalışmayı öğretmiş Fatma abla.. gözleme yapmayı, reçel yapmayı, para kazanmayı; köyün erkekleri başta çok kızmışlar bu işe ancak asker ocağındaki çocuklarının paralarını bile kadınlar göndermeye başlayınca birşeyler değişmeye başlamış köy halkında.. aslında çok zengin bir köymüş eskiden, kestanecilik yaparlarmış ağaçlar hastalanmadan önce , sonrasında kerestecilik başlamış ağaçlar da yok olmaya.. ama kadınların çalışmaya başlaması bazı geleneklerin artık ölmeye başlaması ağaçlarıda kurtarmış.. Hasan hoca belediyeyle çalışmaya başlamış SİT alanı olduktan sonra ve köy gelişmeye başladıktan sonra geleni gideni çok olunca köy halkı önceleri çok kızmış , dışarıdan kimseyi istemezlermiş öyleki Necla abla 26 senedir orada olmasına rağmen herhangi bir önerisinde ” sen buralı değilsin “cümlesini duyarmış. Köy hala gelişmekte.. ve bir çok turist gidip gelmekte.. bu gidişle çok güzel bir turizm cenneti olacak gibi ..

O gece Necla abla bize evini açtı bizse bahçesine çadırmızı kurmayı tercih ettik Fatma ablaya kahvaltıya gitme sözünü vererek uykuya daldık … yine soğuk ve rüzgarlı bir akşam oldu .. ertesi sabah kalktığımızda çaylarımız hazırdı .. içip Hasan hocanın evine gittik biz gittiğimizde patlıcanlı , patatesli ve ısırgan otlu gözlemelerimizi hazırlıyordu .. evde misafirleri olduğunu biliyorduk .. meğerse müşteriymiş evini aynı zamanda pansiyon olarak kullanıyormuş .. müşterilerini misafir olarak adlandırıp bizimle kurduğu sofraya onlarıda çağrdı ..iki genç aile biz ve Hasan hoca , Fatma ablanın ev reçelleri ve birbirinden lezzetli gözlemeleriyle kahvaltımızı yaptık .. hayatımda yediğim en lezzetli gözlemelerdi dersem hiç te yalan olmaz.

Kahvaltıdan sonra köyün müzesini gezip diğer pansiyonlar hakkında bilgi de aldıktan sonra artık eve dönme zamanımız gelmişti.. Necla ablaya “ahular olunca tekrar gelip bereber toplama “sözünü verdikten sonra yolumuza koyulduk.. bir parçamızı reçellerinde , nohutlu mantısında bir bardak demli dostluğunda bırakarak… orada bir köy vardı .. orası bizim köyümüz artık..

Paylaş :=)

Yorum bırak