Henüz yorum yapılmamış

ŞEB-i YELDA

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir.
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at.
~ Sabit

[En uzun gecenin hangisi olduğunu zaman ölçenler (takvim yapanlar) ve yıldız ilmi ile uğraşanlar ne bilsin! Aşk yüzünden gam müptelası olmuşa sorun ki geceler kaç saattir!..]

İşte bununla ilgili bir hikaye:


Gözlerini semâdan ayırırken ellerini sakalında gezdiriyordu. Hava ayaz, bulutlar açık, gök simsiyah, yıldızlar parlaktı. Muvakkithanenin taş duvarına astığı kandil sarı ışıkla birlikte isli rayihalar yayarken o ocağın önündeki mindere çoktan bağdaş kurmuştu. Rahleyi açıp hokkasından biraz mürekkep aldı ve sabah âharladığı kağıda önce bir elif çekti. her şeyin başı bir’di. Ardından bir b kıvırdı, boş kâğıtta yüzen teknenin altına noktasını kondurdu. Nokta çoğaldı, isim ve sıfat, esma ve kainatı ihata eden hitap peşi sıra
aktı.
Kalemi kâğıttan kaldırdığı sırada zaman mim’lenmişti, öylece durdu. Kemerli pencereden yeniden göğe baktı. Bildiği ne varsa unutmuştu. Unuttuğunu bile unutmuştu. Nerede olduğundan haberi yoktu. Hangi nâmla çağrılırdı, bilmiyordu. ondan başkası var mıydı yok muydu?
Kendisi göçüp gitse de asırlar boyu yanı başında kalacak caminin gölgesinde, tam da bu gecede, otuz üç yaşındaki muvakkit gözlerini kapatmış, yüzü ateşe, sırtı bir zamanlar ölçüp biçtiği zamana dönük oturuyordu.
Bu insafsız bilinmezliği uzak mahallelerin birinden gelen ince, marazlı bir ses bölüyordu. İnişsiz, çıkışsız, dümdüz bir kadın sesi. O kadar sade idi ki, güzel bir kadının sesi değil sanki güzelliğin ta kendisi. Bir gamlı baykuş kondu geldi pervaza. konuşmayı da unutan adam soru soran acı dolu gözlerle ona baktı.
Kuş adamcağızın haline acıdı da dile geldi, sırf bu gecenin hatrına.
“duydukların müptelâ-ı gamdır. Senede bir gece yeryüzündeki insanlar bütün bildiklerini unutur. Dilleri lâl olur, işten güçten kesilir. Yıldızlar yine döner de okunmaz olur, şairler yine söyler de duyulmaz olur. Esma yeniden hıfz olunur da sabaha kadar tekrar unutulur.
Uykunun galip gelemediği vücut, gafletin ele geçirmediği akıl yoktur. Öyle bir gecedir ki bu gece sadece gam müptelâları, elem düşkünleri uyanık olur.
Duyduğun ses dertli gönüllerden dökülen zikrin nefesidir.
Kimi ülkelerde mecnûn derlerse de adına, inanma. şeb-i yeldâ da asıl mecnûna dönen leylâ’dır. İsmiyle müsemmâdır.”

Fısıldayarak sözlerine son veren kuş son bir nefes alır, aldığı nefesi veremeden kendini yere atar. Çırpına çırpına can verir. sırrı fâş eylemiştir, bedelini canıyla öder.
Dağların sırtlanamadığı yükü yüklenen muvakkit kuşun âyan ettiği sırla da kuşanınca ağzını açmaz olur artık.
Ölçüp biçtiği zaman akıp gitsin diye köşesinde bekler durur. Sadece senede tek bir gece, şeb-i yeldâ’da, âleme açar kulaklarını. Sırrı saklayıp biçare baykuşu yâd ederek göğe fısıltı fısıltı yayılan leylâ seslerine dikkat kesilir.
Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ve kıpırdayan diliyle.” şu uzun gecenin gecesi olsam”.
Alıntıdır.

Paylaş :=)

Yorum bırak