Erinle beraber bende çocukluk anılarımı sık sık hatırlama fırsatı buluyorum. Çok uzun zamandır tadını unuttuğum çitlenbik ağacı meyvesi ile yaptığımız oyuncağı hatırlıyorum ve bunu Erine yapmak için dört gözle bekliyorum. Ayrıca kışın kaymak için kızak yapmak istiyorum Erin’le beraber.
Kiminle konuşsam çocukluğu ile ilgili bu türde anılar ile dolu uzun konuşmalar dinlerim. Dişlerim hafif görünür şekilde suratıma yerleşen gülümseme uzun süre gitmez. Az evvel Kerem’in doğum gününde Erin’in bindiği salıncağa bakarken bir an Erin’in benim yaptığım gibi salıncakla hızlanıp hızlanıp birden salıncak en önde iken ucup ön tarafa konmak için yaptığım şeyleri yapacak mı acaba diye düşündüm. “Aman tanrım” dedim birden. Bu haraketi becerip iki ayak üzerine düşebilmem için 5 kafa üstü, 7 sırt üstü, 4 kıç üstü düşüşümü hatırladım birden. Ya da pazarcı tahtaları arasında yaptığımız hız yarışları.(eski Pazarcı tahtalarını bilenler bilir tarif etmemeyeyim ama çooook tehlikelidir.) Şimdiki annelerin onların üzerinde çocuklarını oynatacaklarını hayal bile edemiyorum.
Peki gelmek istediğim nokta; bu kadar korunmacı ve korumalı bir büyüme sürecinden bu çocuklar nasıl tecrübeler ile çıkacaklar? Hayata nasıl hazırlanacaklar? Hayatlarındaki en büyük tehlike oynadıkları bilgisayar oyunundaki x karakterin, damdan düşme tehlikesi mi olacak? Bu süreç yaşanmadığında çocuklarda ne gibi eksiklikler olacak? Risk alma, tehlike yönetimi, panik, kriz yönetimi konularında kendilerine gereken katkıları nerden bulacaklar?
Benim şu anda kaya üzerinde dengem çok iyidir. Sırt çantam ile incecik sırtlarda gökyüzünü seyrederek yürüyebilirim. Bunu sağlayan şeyin küçüklüğümde oynadığım oyunlar olduğunu tahmin etmek zor değil bence. Ağaç üzerinde çitlenbik bitince en tepedeki yeni dala çıkıp rüzgar ile bir sağa bir sola sallanırken son çitlenbiklere ulaşma isteğim için aldığım risk acaba bana neler kattı? Biz çocuklarımıza bunları yapması için ortam hazırlayabilecekmiyiz? ya da bu ortamı hazırlayamazsak yerine ne vereceğiz?
Çocuklarımız nasıl büyüyecek? Hep onların korunmasını sağlayarak iyisini mi yapmış olacağız? Yoksa kabiliyetlerini mi körelteceğiz?
Tabii ilk akla gelen cevap tehlike sınırına kadar izin veren bir koruma diyeceğiz.
Tehlike sınırı nedir? Anne, baba ne sınırdadır? Çocuğumuz bizden iyi olamaz mı? Bizim sınırlarımız onun aslında en iyi olabileceği yer midir? Bizim dişlerimizi tıkırdattığımız yerde onun da korkmaya başlamasını mı öğreteceğiz?
Dağcılıkta bir terim vardır: ekip en yavaş kadar hızlıdır. Aile bir ekiptir öyleyse en yavaş kim olacaktır?
Çocuğumuzun eğitimine odaklanmak kadar kendi eğitimimize de odaklanmamız gereklidir çünkü onlar çok hızlı ilerleyecekler ve bizler hayat koşuşturması içerisinde daha yavaş gelişeceğiz sonra yavaş kalacağız çocuğumuza göre.
Bunlar bizi komutlara sürükleyecek; madem babayım benim dediğim olur, yapma, etme, gitme, ayrılma benden, böyle düşünme, bunu alma, bunu içme vs. “Neden?” sorusuna cevabımız olacak. Tehlikeli, zor, gereksiz vs.
Ya biz yavaşsak ve göremiyorsak? Ya biz yeterince gelişemediysek?
Aynı bakışı bizim iyi olduğumuz konuda çocuğunda iyi olmasını beklemek konusuna da uyarlayabiliriz. Acaba bizim çocuğumuz bizim iyi olmadığımız bir dalda iyi olmasının yolunu nasıl açarız?
Cevap bekleyen önemli sorular bence
Alpay
Yorumlar (8)
songül :
13 Mayıs 2008 | 11:24en yakınımızda duran bir nokta daha:
çocuğumuzu sokağa nasıl salacağız?
ben sokaklarda annemin gözetimi olmadan özgürce büyüdüm. şimdi sapık olur, organ mafyası olur, şu olur bu olur deyip hiç özgürce dolaşamıyacak çocuklar yetişecek. kısaca hep camdan, köşeden bakan anne-baba’nin bir çift gözü eşliğinde oynayacak çocuklar ne kadar özgür iradelerini keşfedip onu kullanmayı öğrenebilecekler?
bu çocukların başka olacağı kesin, umarım en iyisini yapmayı başarırız…
aslı köksal :
13 Mayıs 2008 | 13:09ah ah tam bunları düşünürken, çitlembik ağacının peşinde tayin isteyesimiz tuttu:))Var mı böyle bir fırsat?yok. susayım ben o zamannn… Nerelerde olacak bu işler, kızım her gün montunu alıp kapının önüne oturup, “ıııhh” diye kapıyı işaret ettiğinde ancak köşedeki fırına ya da ilerideki parka gidebiliyorum, her şey boğazımda kalıyor.”Kapı önü”, “sokak” bunlar hep bizim çocukluğumuzda kaldı. Bırak bakalım sıkıysa yavruları buralara neler olur diyorum.yoksa vallahi salarım dışarı, baksın başının çaresine:))
Archi*Sugar :
13 Mayıs 2008 | 14:31ne kadar dogru bir yazi bu. Once anne babalar egitilmeli, cok dogru. Egitilmeli ki cocuguna dogruyu gosterebilsin.
annevebebisi :
13 Mayıs 2008 | 15:54Cok cok guzel ve dusundurucu bir yazi. Bir yandan okuyup bir yandan kendimi tarttim:))
turkan :
13 Mayıs 2008 | 17:28bizim varoluş sebebimiz -çocuklar açısından -onları hayata hazırlamak. komformist ortamlar da prens ve prensçikler yaratmak değil. biz kızımızın büyümesine yardımcı olurken risk alıyoruz.eline kalemde veriyoruz yemek bıçağıda ,çekmeceleri merdiven yapıp zirveye ulaşmasına da izin veriyoruz.izinden ziyade göz yumma diyebiliriz 🙂 çevreden çok eleştiri alıyoruz bu tutumuz yüzünden.yaram olduğu için yazı ilgimi çekti :)bir de şuna yürekten inanıyorum “çocukları melekler koruyor” insan çok kontrollüde olsa mutlaka gözden kaçan bişey olur bu da bir gerçek…(fatalist yaklaşım :))
Ayse Sule :
13 Mayıs 2008 | 21:37Bu, anne baba olarak bizi de cok dusunduren bir konu son zamanlarda. Sonucta, icindeki fitrat neyse o baskin cikacaktir diye inaniyoruz, ama ondaki potansiyeli siliklestirmek veya parlatmak biraz da bizim onu nasil yetistirecegimize bagli. Iyilerin giderek sessiz ve pisiriklastigi, kotulerin de arsiz ve sarlatanlastigi bir dunyada, bebegimin cesur, gozupek, gozunu budaktan sakimayan biri olmasini cok istiyorum kendi adima. Ama bu istegimi davranislarima ne kadar yansitabilecegim bilemiyorum. Umarim ondaki enerjinin ve merakin ziyan olmasina sebep olmaz icimizdeki koruma icguduleri.
nilay :
14 Mayıs 2008 | 08:39zaman çok farklı evet. biz sokaklarda özgürce dolaşır akşama kadar bisiklet tepesinde dolanırdık. eve giriş saatimiz akşam ezanıydı. o saat geçti mi kıyamet kopardı. ama ne sokaklarda bize tehlikeli olabilecek arabalar var dı ne de tehlikeli insanlar. şimdi nasıl kime güvenip bırakabileceğiz. dört duvar arasında büyüyen bir nesil. ki biz küçük bir kasabada yaşıyoruz şu anda. istanbulu düşünemiyorum bile…
Kuaybe :
14 Mayıs 2008 | 14:02Harika..
Daha bu haftasonu, küçük kaşifimin düşmemesi için eğimli bir tepede yürümesini engellemeye çalıştım ama yalvaran bakışlarına dayanamayıp bıraktım.. Düştü sonuçta.. Ama beni çok şaşırtan birşey yaptı kalkınca.. Tekrar tepeye geldi ve yürüyebilmesine rağmen bu sefer eğildi, arka arka emekleyip düşmeden indi oradan!
Öğrenmeleri için biraz “izin vermek” gerek gerçekten..
Onların sınırları bizimkiler olmamalı..